MEHMET AKİF ERSOY’UN HAYATI

MEHMET~1MEHMET AKİF ERSOY-HAYATIYrd. Doç. Dr. Ekrem AYAN
Özgür ve özgün kişiler, sadece kendi sorunlarıyla değil içinde yaşadıkları toplumun sorunlarıyla yakından ilgilenirler. Toplumun acısı kendi acısı, sevinci kendi sevincidir. Milletin duygu ve düşüncelerine tercüman olan bu kişiler içinden çıktığı toplumla olan bu bağları nedeniyle daha çok sevilmekte, fikir adamı ve yol gösterici olarak benimsenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin İstiklal Marşı’nın yazarı Mehmet Akif Ersoy da bu önder şahsiyetlerden birisidir.

Mehmet Akif, milli konular dışında sosyal sorumlulukla fukaralığa, yoksulluğa, tembelliğe, kötü alışkanlıklara, aile dramlarına da değinmiş, manzum eserler yazmıştır.
Mehmet Akif, 1873 yılı sonunda, İstanbul’da Fatih’te Sarıgüzel mahallesinde ailesine ait evde doğmuştur. Hicri takvime göre 1290 yılı Şevval ayında olan doğumun miladi takvimde karşılığı 1873 yılı 22 Kasım-20 Aralık günleri arasına rastlamaktadır. Doğum yeri İstanbul olmakla birlikte nüfus kağıdı, daha sonra bir ziyaret için gidilen Bayramiç’te çıkartıldığı için “Bayramiç” olarak kayıtlıdır. Mehmet Akif’in babası Tahir Efendi, oğluna “ebced” hesabıyla doğum yılını gösteren “Ragıyf” (غىف) adını vermiştir.

Ev ve mahalle halkı bu ismi anlayamamış ve onu Akif şekline dönüştürmüştür. Fakat Mehmet Akif’in babası onu “Rağıyf” diye çağırmaya devam etmiştir.

Babası, Arnavutluk’un İpek Kasabası Suşisa Köyünden gelerek İstanbul’a yerleşen Fatih Medresesi Hoca Tahir Efendi’dir. Annesi ise Buhara’dan Tokat’a gelmiş köklü bir ailenin kızı Emine Şerife Hanımdır. Mehmet Akif, 1Eylül 1898’de yirmi beş yaşındayken Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanımla evlenmiştir. Mehmet Akif’in ilk üçü kız olmak üzere altı çocuğu olmuş, dördüncü çocuğu bir buçuk yaşındayken vefat etmiştir. Çocuklarının adları sırasıyla; Cemile, Feride, Suad, İbrahim Naim, Emin ve Tahir’dir. Kendisi ve çocukları doğu ve batı dillerinden birini mutlaka bilir ve tercüme ederlerdi. Mehmet Akif babasından, çocukları da Mehmet Akif’ten ders almışlardı. Yani babası Akif’in, Akif de çocuklarının hocasıydı aynı zamanda.

Eğitim Hayatı
1878 yılı Şubat ayı başlarında 4 yıl 4 ay 4 günlük olan Mehmet Akif, geleneğe uygun olarak Fatih’te Emir Buhari mahalle mektebine başlatıldı. Buraya iki seneye yakın bir süre devam ettikten sonra 1879 yılı sonlarında Fatih İbtidaisi’ne (ilkokul) geçmiştir. Babası kendisine o yıl Arapça öğretmeye başladı. Üç yıllık ilkokulu bitiren Mehmet Akif, 1882 yılında Fatih Merkez Rüştiyesi’ne (ortaokul) başladı. Bu sırada hem babasının Arapça derslerini hem de Fatih Camisinde Farsça dersleri veren Esad Dede’yi takip etmektedir. Türkçe ve Fransızca derslerinde de akranlarından çok ileri olan Mehmet Akif’in dil öğrenme konusunda üstün kabiliyeti olduğu görülüyordu. 1885 yılında üç yıllık ortaokulu bitirince babası meslek seçimini kendisine bırakır. Bunun üzerine 10 gün kadar devam ettiği Mülkiye Mektebi’nden ayrılarak 1889 yılında eğitime başlayan Baytarlık Mektebi’ne (veterinerlik) kayıt yaptırır ve 1893 yılında mezun olarak hayata atılır.

Mehmet Akif’in eğitim hayatı sırasında karşılaştığı iki felaket vardır. Bunlardan birisi, babasının ölümü ve diğeri ise evlerinin yanmasıdır. Bu iki felaket de 1889 yılında olmuştur. Evlerinin yanması üzerine Mehmet Akif’in babasının Prizren’li talebesi Hoca Mustafa Efendi, hocasının yanan evi yerine üç dört odalı bir ev yaptırarak hocasına olan sadakatini ve vefasını gösterir.

Memuriyet Hayatı
1893 yılında Veterinerlik Fakültesini bitiren Mehmet Akif, veteriner müfettişi olarak çalışmaya başlamıştır. Mehmet Akif, 20 yıl kadar bu mesleğini sürdürür ve 1913 yılında kurum müdürü Abdullah Efendi’nin haksız yere görevden alınmasına tepkisini göstermek üzere istifa etmiştir. Vazifesinin merkezi İstanbul olmakla birlikte, dört yıl kadar Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde görevli olarak dolaşmış, çeşitli merkezlerde kısa veya uzun süreli kalmıştır. Görevi köylerde hayvan hastalıklarıyla ilgilenmektir. Bu görevi sayesinde sürekli gezen şair, halkı çok yakından tanıma imkânı bulmuştur.

1906 yılında Halkalı Ziraat Mektebinde edebiyat öğretmeni olarak ders vermeye başlar. 1908 yılında İttihad ve Terakki Partisine girer. Aynı yıl hem Sırat-ı Müstakim’de şiirler yayınlamaya başlar hem de İstanbul Üniversitesinde edebiyat derslerine girmek üzere öğretim üyesi olur. 1913 yılında bu görevinden de istifa eder. 1914 yılında I. Dünya Savaşı başladığında Almanya’daki esir Müslüman askerleri kurtarmak ve faydalı olmak için Teşkilat-ı Mahsusa’nın seçtiği heyet içinde Almanya’ya gider. 5 Haziran 1920’de Burdur milletvekili olur ve 21 Mart 1923 tarihine kadar bu görevine devam eder. Milletvekilliğinin sona ermesiyle birlikte ailesiyle birlikte İstanbul’a döner.
Savaş Yılları

Mehmet Akif’in doğduğu ve büyüdüğü yıllarda Osmanlı İmparatorluğu 1877’de Rusya ile 1895’te Yunanlılarla savaşa girmiştir. Balkan Savaşlarıyla Balkanlar Osmanlı İmparatorluğunun elinden çıkmıştır. İleriki yıllarda I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşları neticesinde halk perişan olmuştur. İmparatorluğun dağılışını, elden çıkışını gören Mehmet Akif, bu durumlar karşısında hiçbir zaman ümidini yitirmemiş aksine bu ateşli günler onu güçlendirmiş ve olgunlaştırmıştır.

Mehmet Akif’in şiir yazdığı 1908-1923 yılları idare değişiklikleri, savaş, bozgun, toprak kayıpları, işgal ve yeniden dirilme yıllarıydı. Mehmet Akif, bu dönemin aktüel olaylarından etkilenir ve etkiler.

Birinci Dünya Savaşı’nın Türkiye aleyhine sonuçlanması, batılı emperyalist ülkelerin İslam aleminin bütünlüğünü dağıtmak için birlik olmalarına karışlık Müslümanların birbiriyle boğuşarak parçalanmaları Mehmet Akif’i çok üzmüştür. Bir ara karamsarlığa kapılan Mehmet Akif Osmanlı Cihan Devletinin mağlup olmaması için şiirler, makaleler yazarak, camilerde vaazlar vererek, halka konuşmalar yaparak batı emperyalizmine karşı toplumun mücadele gücünü artırmaya çalışır. 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’e çıkması, ardından Ayvalık’ın alınması üzerine Mehmet Akif, İstanbul’dan derhal Balıkesir’e gider ve Zağanos Paşa Camisinde verdiği vaazla halkı istiklalini korumak için milli mücadeleye teşvik eder. Bu hareketi yüzünden Darü’l-hikmeti’l-İslamiyye azalığından çıkartılır. Şeyhülislam’ın Anadolu’da başlatılan kurtuluş mücadelesine karşı fetva vermesi üzerine Mehmet Akif artık, İstanbul’da kalmamaya, Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı Milli Mücadele’ye katılmaya karar verir. Karadeniz’den İnebolu yoluyla oğlu Emin ile birlikte Kastamonu’ya oradan da Ankara’ya gelerek “Kuva-yı Milliye”’ye katılır. Mehmet Akif, Ankara’ya geldikten sonra ülkesini işgal eden batılı müstevilere karşı halkı bağımsızlık savaşına katılmak üzere motive ve teşvik etmek, milli mücadeleye destek vermek için Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Antalya, Afyon, Konya ve Kütahya’ya gitmiştir.
30 Ağustos 1922’de Sakarya Meydan Muhaberesini Türk Ordusunun kazanmasıyla işgal kuvvetleri İstanbul’dan çekilmiş, 9 Eylül’de İzmir geri alınmış ve Türk ülkesi Anadolu’yu işgal eden İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılara karşı verilen mücadelede istiklal savaşı zaferle sonuçlanmıştır. Artık Mehmet Akif’in umutla beklediği günler artık gelmiştir. Memleket kurtulmuş, istiklaline kavuşmuştur.

Mehmet Akif’e, savaş yıllarında yapmış olduğu büyük fedakârlık ve kahramanlıklar nedeniyle tarih ve fikir adamaları tarafından hiç tereddüt edilmeden “İstiklal Savaşımızın Manevi Önderi” sıfatı verilmiştir.

Mısır Hayatı ve Hastalığı
Birinci Meclis’in vazifesinin, zaferle son bulması üzerine İstanbul’a gelen Mehmet Akif, Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine 1923 yılında Mısır’a gider. O kışı Mısır’da geçirdikten sonra baharda döner. Ertesi yıl Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak tekrar Mısır’a giden Mehmet Akif, 1925 yılı sonundaki gidişinden sonra on buçuk yıl Kahire’de kalmıştır. Mehmet Akif’in Mısır’a yerleştiği ilk iki yılda Abbas Halim Paşa’nın sarayının karşısında bulunan küçük bir köşkte misafir olarak kaldığı bilinmektedir. Bundan sonra ailesini yanına getiren Mehmet Akif, Hilvan’ın kenarında, çöl yakınında küçük bir ev tutarak buraya yerleşmiştir. Mısır’da kaldığı zaman zarfında Mehmet Akif, çok fazla maddi sıkıntı çekmiş ve hasta olmuştur.

Abbas Halim Paşa, Mehmet Akif’i geçim derdinden kurtarmayı taahhüt etmiş, onun huzur içinde çalışmasını ve istediği eserleri yazmasını temin etmek istemişti. Mehmet Akif, Mısır’da bulunduğu süre içerisinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Kur’an-ı Kerim” tercümesi göreviyle görevlendirilmiştir. Altı yedi senesini bu işi tamamlamak için çalışmıştır. Mehmet Akif’in Mısır’daki diğer bir resmi işi ise, Mısır Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türkçe profesörlüğüydü. Haftada iki saat Türk Edebiyatı derslerini anlatan Mehmet Akif, derslerden kalan zamanlarda ise sürekli Kur’an tercümesiyle uğraşıyordu. Kur’an tercümesini tamamladığı sıralarda siroz hastalığına yakalanan Mehmet Akif, hastalığın önemini birden bire anlayamamış ve bunun hava değişimiyle geçeceğini sanarak Lübnan’a gitmiştir. Lübnan’da muayenesini yapan doktor, yüksek bir yerde dinlenmesini söyler. Mehmet Akif, Aliye yanında Sukulgarp köyünde bir otele yerleşir. Burada bir de sıtmaya tutulur.

Yurda Dönüşü ve Vefatı
Son günlerde hastalığı iyice artan Mehmet Akif Ersoy “Korkuyorum, gurbet ellerde öleceğim. Memleketime gidemeyeceğim. İstanbul’u ve dostlarımı çok özledim.”demektedir. Nihayet 1936 yılının Haziran ayında ailesiyle birlikte İskenderiye’den bir gemiye biner. Gemi Çanakkale Boğazına geldiğinde Çanakkale’nin tepelerini gören Mehmet Akif çok duygulanır. Bütün anıları gözünde canlanır. 17 Haziran Çarşamba günü İstanbul’a gelen Mehmet Akif’i rıhtımda, yakınları ile birkaç dostu karşılar. Abbas Halim Paşa’nın kızı Emine Abbas Halim Hanımefendinin ısrarı üzerine Mehmet Akif, önce onun Maçka’daki evine misafir olur. Birkaç gün sonra müşahede için “Şişli Sıhhat Yurdu”’na, burada yirmi gün kaldıktan sonra Beyoğlu’nda Paşa ailesine ait olan Mısır Apartmanında kendisi için hazırlanan bir daire yerleşir ve emrine bir hastabakıcı verilir. Birkaç hafta sonra Said Halim Paşa’nın oğlu Halim Bey, Alemdağı’nda kendilerine ait olan Baltacı Çiftliği’nde Mehmet Akif’i rahat ettirecek şekilde tedbirler alarak kendisini oraya davet eder. Mehmet Akif bu çiftlikte üç ay kadar kalır. Fakat bitkinliğinin artması ve havaların soğuması üzerine tamamen Mısır Apartmanına yerleşen Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 Pazar günü akşamı 19.45’te vefat etmiştir. Mehmet Akif’in vefatının ilk yıldönümünde herhangi bir anma toplantısı yapılamamıştır. Fakat 1938 yılı 27 Aralık tarihinden itibaren her yıl, Türkiye’nin her yerinde çeşitli vesilelerle anma toplantıları yapılmaktadır. Bugün Türkiye’de dini, milli ve tarihi günlerde Mehmet Akif’ten bahsedilmemesi, şiirlerinden ve hayatından örnekler sunulmaması mümkün değildir, artık toplumun bir parçası olmuştur. Kendisinin “milletime aittir” dediği “İstiklal Marşı” bütün okullarda her sınıfın ve bütün resmi dairelerin duvarlarını süslemekte, herkes tarafından ezberlenmekte ve her açılış merasiminde söylenmektedir. En önemli eseri olan “Safahat” ise Türkiye’nin en çok basılan ve okunan kitapların başında gelmektedir. Türkiye’de hakkında en fazla eser ve makale yazılan, anma toplantıları yapılan şair, akademisyen, mütercim ve fikir adamı Akif’tir. Vefatının 50. yıldönümünde, devlet adına 1987’nin “Akif Yılı” ilan edilerek çeşitli anma faaliyetleri ve yayınların yapılması da millete mal olmuş bu büyük adamın nihayet layık olduğu şekilde anlaşılacağına dair ümitleri kuvvetlendirmiştir.

17 Mart 2006 tarihinde Mehmet Akif’in milletvekili olduğu Burdur şehrinde Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi kurulmuştur. 2011 yılı Mehmet Akif’in vefatının 75. yılı ve İstiklal Marşının kabulünün 90. yılı olması dolayısıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2011 yılı da “Mehmet Akif Ersoy Yılı “ olarak ilan edilmiştir. Türkiye’de Mehmet Akif adı verilen 250 kadar ilköğretim ve lise ile bir o kadar semt, mahalle, bulvar vardır.

Etiketler:

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yapın